Kendine ihanet, başkasına ihanetten daha sessizdir ama daha keskindir. Bir söz verirken kendine, sonra onu tutmazken. Bir sınır koyarken, sonra göz göre göre çiğnetirken. Bir hayal kurarken, sonra kendi ellerinle yıkarken. İşte o anlarda başlar insanın sırtına yük birikmeye.
Kendine ihanet;
— istemediğin bir hayata razı gelmek,
— hayır demeyi bilirken evet demek,
— susmaman gerekirken içine gömmek sözlerini,
— "Böyle yaşamak istemiyorum" deyip, ertesi gün yine aynı hayatı yaşamak…
Zamanla birikir bu ihanetler. Sessizce çöker omuzlara. Ağırdır. Çünkü kendi içinden gelir. Dışarıdan bir düşman değildir bu. İçteki dostun sırtını dönmesidir. Kendi özünü, sesini, hakkını, varlığını ikinci plana atmandır.
Bir gün gelir, bedelini ödersin. Belki bir hastalıkla, belki bir kırgınlıkla, belki hiç bitmeyen bir yorgunlukla… Ya da sadece aynaya bakamaz hâle gelmekle.
Ama iyi haber şu ki: Kendine sadakat, her zaman geri dönülebilecek bir yoldur.
Bir gün, bir anda, “Artık yeter” dediğinde, kendine doğru yeni bir yol açılır. Her ne yaşamış olursan ol, kendini yeniden seçtiğinde, hayat da seni yeniden seçer.
Şimdi sormak gerek kendimize:
Bugün neyi seçmedim kendim için?
Nerede sustum, nerede izin verdim, nerede yok saydım kendimi?
Ve ardından şunu fısıldamak gerek içimize:
“Bugün kendime sadakatle yaklaşacağım. Ne pahasına olursa olsun.”
Çünkü bazen tek bir sadakat bile, yılların ihanetini iyileştirmeye yeter.